Wilson’ın Gerçeküstü Treninde Dertsiz, Biraz Paranoyak, Çokça Tuhaf bir Seyahat
“Öykü yazmaya yalnız hissettiğim için başladım. Kalemi kağıda sürtmemin ardında daha sanatsal ve yüce nedenler yatmasını isterdim ama işin aslı, insanların beni öpmelerini istiyordum ve yeterince iyi bir öykü yazarsam herkesin benimle öpüşmek isteyeceğine dair temelsiz bir inancım vardı. Bu çok sağlam bir teori değilmiş.”
Kevin Wilson’ı aslında Fang Ailesi isimli romanından tanıyoruz. Wilson’ın memleketi ABD’de ilk yayımlandığı 2011 yılında, yılın en iyi kitapları listesinin pek çoğunda kendine yer bulan çıkış romanı Fang Ailesi, Wilson’ın yaratıcılığını, özgün çerçevelerini ve parlak mizahını göz önüne sermiş ve tuhaf olduğu kadar dokunaklı hikayesiyle Türkçe okuyan okura Kevin Wilson’ı tanıtmıştı. Bugünün esas oğlanı/şişman kadını, Wilson’ın 2009’da yayınladığı ancak Türkçe’ye yeni çevrilip (yine) Domingo Yayınevi'nden çıkan hikaye kitabı Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak.
Fang Ailesi (2016 – Jason Bateman) İlginç hikayesiyle aile bağlarını sorgulayan Fang Ailesi’nin gölgesi beyaz perdeye de düştü. Uyarlamada Nicole Kidman, Jason Bateman ve Christopher Walken rol alıyor ve filmin ilk gösterimi Toronto Film Festivalinde yapıldı.
Wilson’ın hem karanlık bir yanı, hem mizahi bir tadı olan 11 hikayesini toplayan Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak, akıllı edebi buluşları ve zeki tuhaflıkları bir araya getiren özgün çatılara sahip. Wilson; aşk, aile ve yalnızlık üzerine yazdığı hikayelerini gerçeküstü çerçevelere oturtmayı tercih ediyor ve farklı şablonlar denemeyi seviyor – bir hikayesinde okuru karakter olarak kullanmış; hikayede siz yeni doğum yapmış karısını kızıl bir orkestra şefiyle aldatan babanın zoraki suç ortağı ve en yakın yakın arkadaşısınız. Hikayeler öyle taze, esnek ve şahbaz ki, Wilson herhangi bir hikayesinin başına oturduğunda hikayeyi kısa sürede bir bakır tel gibi kolayca bükebilir ve başka bir yere taşıyabilir hissiyatı veriyorlar.
Kevin Wilson - Şair Leigh Anne Couch, ile evli olan Wilson'ın Griff ve Patch isimlerinde 2 çocuğu var.
Kitabın ilk hikayesi, başkarakteri dikkatle çalışılmış bir rent-a-büyükanne hikayesi: “büyük ikame”. Hikaye, aileler için kiralık dede ve büyükanne servisi sunan bir şirkette çalışan (evet, torun-torba büyükannesiz/dedesiz büyümesin diye uydurulmuş bir servis bu) 56 yaşındaki başkahramanımızın, henüz hayatta olan birinin yerine geçeceğini öğrenmesiyle yaşadığı kafa karışıklığı ve çatışmasından besleniyor. Asıl uzmanlığı yalnız başına aktif yaşam sürdüren büyükanne tipi sunmak olan başkahraman, servis verdiği "aileleri"nin hepsini “severken”; bağlanma korkusu ( ıssız adam sendromu) ile kendisinin bile bazen fark edemediği, bazen fark edip hemen arkasını döndüğü yeni isteklerinin karşı karşıya gelmesi ile hikaye boyut ve vites arttırıyor. Zenginleşen ve en derinde aileyi ve aile içi bağları sorgulayan bu hikaye ile okur, Wilson’ın tuhaf çerçeveleri ile tanışmaya ve aile, aşk ve yalnızlık konularını odağa alan sorgulamalarına maruz kalmaya başlıyor.
Köpek Dişi (Kyodontas)- 2009 filminin yönetmeni Yorgos Lanthimos’un daha az bilinen filmi Alpler (Alpeis) – 2011 de benzer bir konuyu işliyordu. Alpler’deki firma; müşteri aileden yeni vefat etmiş aile bireylerinin yerine geçerek yas süreçlerini kolaylaştırmak üzerine bir iş planı oluşturmuştu.
“(Başkahramanın meslektaşı ve ona vuruk Cal ile...)
“Artık bu işi bırakmalıyız,” diyor. “Tüm bunlardan uzaklaşıp normal bir yaşam sürmeliyiz.”
“Parası iyi,” diyorum ona.
“Param var,” diyor.
“İşimi seviyorum,” diyorum. “Sınayıcı bir tarafı var.”
“İşini sevmiyorsun,” diyor.
“Aslına bakarsan, bunun bir iş olduğunu unuttuğum anları seviyorum.”
“Diğer insanların her zaman yaşadığı şey bu zaten.”
“Hayır, değil,” diyorum. “O yüzden bize onları sevmemiz için para ödüyorlar.””
Daha ilk hikayesinden Wilson’ın karakterlerine çok zaman harcadığı ve onlarla bağ kurduğunu anlamak zor değil. Zaten kendisi de tüm karakterlerin kendisinin örtülü versiyonları olduğunu ve her birini son derece büyülü bulduğunu söylüyor. Tam takım dişleriyle doğup bezelye püresi ve süte yatırılmış cicibebe bisküvi yeme yaşında hapur hupur Big Mac yiyen bir bebek; en popülerler arasında olmak için her şeye sahip olup ancak hiçbir sosyal bağ kuramayan bir ponpon kız; kariyerleri üzerine düşünmekten kaçmak için tüm kasabanın altını köstebek gibi tünellerle işleyen yeni mezun üniversiteliler ve dahası… Wilson karakterlerini özene bezene yaratırken içlerine birer delik açıp, hikayelerini bu deliklerin geleceklerine dayandırıyor.
İlginç çerçeveler ve karakterler - “patlarsam yanarsın” isimli hikayenin 23 yaşındaki başkahramanı, anne babasını bir "kendiliğinden alev alma vakasına" kurban vermiş ve kendisi de bir anda alev almasın diye her an tetikte bekliyor. Bir yandan intihara meyilli kardeşiyle uğraşırken, diğer yandan Hasbro firması için Scrabble oyun taşlarını üreten bir fabrikada tasnifçi olarak çalışıyor. Sabahtan akşama tek işi dev bir scrabble taşı havuzundan, yüz taştan ancak birinin üzerinde olan Q harflerini ayıklamak. “patlarsam yanarsın” bu kurulumun içinde, tasnifçi başkahraman ile evine komşu pastahanede annesiyle çalışan kızın aşkını anlatan naif bir hikaye. Çerçeve ile hikayenin altından akan duygu birbirlerini besliyorlar mı tartışılır ama kurgunun ilginç olduğunu Wilson’a vermek gerek.
“Devamlı klor kokan kardeş intihara meyilli Caleb: “Caleb, anne babamız öldükten sonraki üç yıl içinde iki kez kendini öldürmeye kalkıştı. Son defasında, idman sırasında İsviçre çakısıyla bileklerini keserek yüz metre serbest yüzmek üzere havuza dalıp arkasında bir kan bulutu bıraktı.””
"koro şefiyle ilişki (bebeğin dişleri)" Boynuzlayan baba, anne ile babanın kaçınılmaz şekilde bozulan ilişkisi ve dişli bebeğin gelecekte tüm özelliklerini kaybetmiş, pulları dökülmüş ergen haline uzanan bir aile bağları hikayesi. Wilson'ın bebeğin ağzına dişler yerleştirmesinin esas hikayeye pek bir katkısı yok, ancak dişli bebek Wilson'ın her hikayesinde gördüğümüz özgün eksantrikliğe ulaşmak için tuhaflık barometresindeki basıncın artmasını sağlamış.
“Gel gör ki anneyle baba çok meşgul. Baba: Müzik odasındaki masaya bastırdıkça tırnaklarını sırtına geçiren kendisinden on yaş küçük bir kadınla beraber. Anne: Meme uçlarında bebeği emzirmekten oluşan morluklar var, bu ufak ısırık izleri bir zamanlar kocası tarafından bırakılıyordu.”
Hikayeler çoğunlukla bir zirveye ulaşmıyor. Başı sonu olmayan bir mozaik kekin dilimleri gibi; bir anda başlayıp yine tam çözüme ulaşmadan bir anda bitiyorlar. Wilson karakterlerinde kendi açtığı deliklerle uğraşırken, hikayedeki tuhaflıklarla dolu kurgunun içine de merak unsuru katacak bir bilinmezlik bırakıyor. Hikayeyi katlayıp bağlarken önceden yarattığı soru işaretlerini gidermeye, düğümleri çözmeye tenezzül etmiyor. Hikaye bittikten ve hikayenin hengamesi dağıldıktan sonra da merak ettirdiği şeylerin anlamsızlığıyla okuru utandırıyor.
Başlangıç - Inception (2010 - Christopher Nolan) final sahnesi. Wilson'ın hikayeleri arasında belirsizlikle biten çok hikaye var. Wilson, karakterlerinin delikleriyle ilgilendikten sonra kurgudaki soruların hepsini yanıtlamadan fişi çekmeyi seviyor. Üzerinde düşünülecek - çözüm bekleyen sonlar değil, sadece belirsizler - topaçlar dönemeye devam ediyor.
“İşin aslı adam çekici, yakışıklı ve nazik, ama benim odam çok küçük. Şu anda işgal ettiğim, bu haliyle çok rahat hissettiren alanın, yanımda biri varken bu kadar rahat olmayacağından korkuyorum. Doktor işaretleri okuyamıyor.”
“Merak ediyorum, acaba insanoğlunun takıntıları da, Japon balıkları gibi, koşullar ne kadarına izin verirse o kadar mı büyüyor?”
Kitabın son hikayesi, “en kötü senaryo” kitabın en güçlü hikayesi; hikayenin kahramanı küçük bir üniversitenin “Felaket Bölümü” mezunu, her durum için olası en kötü senaryoları belirleyen bir danışmanlık şirketinde çalışan bir saha araştırmacısı. Araştırmacı ajan mesleki deformasyon sonucu özel hayatında bocalarken - kelleşmesinin onu nasıl yalnız bırakacağı ile ilgili senaryolar kurup bunlar üzerinden ilişkisini boğarken - işinde de çevresine Noel Baba gibi neşe saçmaya devam ediyor - Bebeği ile ilgili bir çalışma isteyen anneye olası bir senaryoyu böyle aktarıyor: “Bilgisayar animasyonlu modellerle senaryoları teker teker anlatıyorum. Birinde anne mutfak zeminine cam bir reçel kavanozu düşürüyor. Süpürgesiyle tüm camları toplayamıyor ve dört gün sonra bebeği emeklerken elini kırık parçalardan birine bastırarak kesiyor. Kesiği kangrene dönüşüyor ve bebeğin kolunun kesilmesi gerekiyor.”
Worst Case Scenario Inc. (2016, Gareth Smith & Jenny Lee) Wilson'ın "en kötü senaryo" hikayesinin kısa film uyarlaması, Scruffy City Film ve Muzik Festivali'nde Seyirci Özel Ödülü'ne layık görüldü.
“Bu kadının, belki de bilmesi gerekmeyen bir sürü şey öğreneceği gerçeği beni biraz üzüyor. Şüphesiz ki evi, teorik trajedilerle, olası mutsuzluklarla dolu bir ev.”
Peki neden “en kötü senaryo” Dünyanın Merkezine Kuyu Kazmak’ın en iyi hikayesi? Neden herhangi biri değil de bu hikayenin filmi çekilmiş ve ödüller almış? Burada Primo Levi’den destek alacağım:
“Söyleyecek bir şeylerin varsa kötü yazar olmak zor. Söyleyecek bir şeyleri olanlar düşüncelerini açık ve temiz aktarabilmekle yükümlüler çünkü. Anlatacak bir şeyi olmayan, diğer tüm araçlara sahip olsa da ikinci sınıf yazardır.”
Levi’nin sözleri sert ama içinde bir değer barındırıyor. Yazarın sıkan bir ayakkabısının olması demek, sağlam bir yakıt tankının olduğu anlamına geliyor. Wilson Tannessee’li, hali vakti yerinde, sınıf mücadelesi görmemiş, savaş- göç yaşamamış bir beyaz Amerikalı… Biraz uzaktan bakınca Wilson dertsiz, ama insanoğlunun en tipik özelliklerinden biri sorunsuz kalamaması. En sorunsuz gözükenlerimizin başına musallat olabilecek belaların başında da paranoya geliyor. Cep dolu, cepken dolu, eli kulağında bir tehdit yok; o zaman eldekini koruma güdüsü kaslanabiliyor ve paranoya için en uygun koşullar oluşabiliyor. En güçlü hikaye “en kötü senaryo” da bir paranoyaklık hikayesi – Wilson’ın “söyleyecek bir şeyleri”nin başında gelen şey de paranoya.
It is not paranoia when they are really after you!/ Eğer gerçekten sizin peşinizdelerse, yaptığınız paranoyaklık değildir!.
Wilson’ın sıkan ayakkabısı paranoya. “en kötü senaryo”da hikayeyi yazdıran duygu ile Wilson’ın hikayeye can veren tuhaflıklarla dolu çatısı sonunda tam olarak öpüşüyor. Wilson'ın diğer hikayelerinde de bu iki unsurun kesişim kümeleri elbet var ama “en kötü senaryo”daki gibi tencere kapak gibi oturduklarını söylemek zor. Kitaptaki diğer hikayelerde bu iki unsurdan ayrı ayrı keyif alınabilir ama bunların bir sinerji yaratarak pek mümkün değil.
Zeki buluşlara dayanan çatılar kurmak, eksantrik karakterler yaratmaya zaman harcamak, mizahı meram anlatmak için bir araç olarak hikayelere yedirmek ve sürreal çerçeveler yaratıp içlerini örmek.. Baktığımızda Wilson’ın Etgar Keret ile benzer yönleri çok var. (Keret’in “Tanrı Olmak İsteyen Ötobüs Şöfürü” isimli hikaye kitabı ile ilgili yazıma ulaşmak için buraya tıklayınız.) Ancak Orta Doğulu Keret’in tüm hikayelerini kolaylıkla besleyebilecek ayağına iki numara ufak gelen sıkı bir çift ayakkabısı var. Keret’in en umut dolu en eğlenceli hikayelerinde bile Orta Doğu’nun karanlık, acı kokan arka plan tınısını duymak mümkün. Wilson’ın hikayelerini okumuş olmak, derdi olan hikaye yazarlarının sıfır noktasından nasıl, en yöne saptıklarını, dertlerinin onları nerelere taşıdığı görmek için de bir referans sağlayabilir.
“mortal kombat”: “Birbirlerini mümkün kılan” iki geek’in büyüme ve birbirlerinden kalp sökme hikayesi… Hikayenin adını aldığı, en ünlü dövüş video oyunlarından Mortal Kombat’in Kato’sunun kalp sökme hareketinden ilham aldığı belli.
Wilson, kitabın sonunda ayrı bir bölümde, hikayelerine ilham veren öyküleri ve yazıları okur ile paylaşıyor. Bu Wilson’ın fırınını anlamaya bir anahtar sunuyor. Bence hoş bir ikramiye. Fang Ailesi’nden beri yeni kitap yayımlamayan Wilson’ın ikinci romanı/üçüncü kitabı “Perfect Little World” (Mükemmel Ufak Dünya) Ocak 2017’de Amerika’da raflarda olacak.
Kimlere uygun:
- İlginç kurgular arayanlara
- Yalnızlık ve/veya aile konuları bugünlerde gündeminde olanlara
- Gerçeküstü kurgular içinde gezerken de rahat edebilenlere
- Taze hikaye sevenlere
- Duruluğa tebrik atanlara
- Mizah ve karanlığın beraberliğini havalı bulanlara
- Tuhaflıklar karavanlarıyla eğlenebileceklere
Kimlere uygun değil:
- Esnemeyen Realistlere
- Popüler kültür mücevherlerinden bihaberlere - takip zorlaşabilir
- Gereksiz sokakları olmayan, ekonomik hikayeleri sevenlere
- Geleneksel, güçlü ve “tumturaklı” hikayelerin peşindekilere
- Derdi olan yazarlarla vakit geçirmeyi tercih edenlere (koşun Primo Levi'ye)
Kitaba ulaşmak için lütfen görsele ya da buraya tıklayınız.
Görsel Kaynakları: Cor Graves - Society6 , Apiemistika, Dazed, how to be a DAD, Tiger Droppings, Kevin Wilson