1940 Marsilya: Yarı Aralık Kapıdan Bakan Karıncalar ve Svastikalı Karıncayiyen
“Ölmüş adamın öyküsünü biliyor musunuz? Öteki dünyada Tanrı’nın hakkını vermesini beklemiş. Bir yıl, on yıl, yüz yıl. Sonunda kararını vermesi için ona yakarmış. Daha fazla beklemeye dayanamayacağını söylemiş. Ve şu yanıtı almış: ‘Neyi bekliyorsun? Sen çoktandır cehennemdesin!’ Bundan daha saçma bir şey olur mu? Bekleyiş cehennemin ta kendisidir. Cehennem başka nedir? Savaş mı? O okyanusu aşıp peşinden de gelebilir. Ben her şeyden bıktım. Artık evime dönmek istiyorum!”
Modernizmin kanatlarını kopartan, çatısını çökerten İkinci Dünya Savaşı, öyle sıra dışı bir ortam yarattı, öyle muazzam bir enerji ile her şeyi hızlandırdı ki; normal zamanlarda çıplak haliyle göremediğimiz düğümlerimizi gün yüzüne çıktı. İnsan doğasının gölgede kalan dehlizlerden çıkartıp etrafa saçtıkları ile bizi bize zorla öğretti. Nasıl ki maddenin doğasına dair pek çok şeyi Hadron çarpıştırıcıları atom altı parçacıkları yüksek hızda birbirlerine kafa kafaya tokuşturduktan sonra etrafa saçılan enkazı inceleyerek öğrendik, İkinci Dünya Savaşı’nın saçtıkları da evrim çocuğu insanı anlamak için etrafa damıtılmaya hazır sayısız hikaye saçtı. Saçılan parçaların en büyüklerini; soykırım mağdurları ve uygulayıcıları, milliyetçilik ve yükseliş dinamikleri, propagandanın kitleler üzerindeki etkisi vs sıkı sıkıya inceledik, içlerindekileri ayıkladık. Ama daha ufak parçalar da insanı tanımak için hala önemli miktarda bilgi barındırıyor. Anna Saghers’in kendi yaşadıklarından yola çıktığı mülteci-kurgu romanı Nazi silindirinden kaçmaya çalışanların, kaçanlar koşarken orada olan hancıların ve kaçanların ulaşmaya çabaladığı görece sakin toprakların sakinlerine dair hikayelerden beslenip biz hakkında çok şey anlatıyor.
İngiliz Seferi Kuvvetlerinin Fransa'dan kaçtıkları Dunkirk kasabasına bir kaç kilometre uzaktaki Alman askerleri 1940
“Alman askerlerin emirlerinde sanki bir tehdit vardı: Kafa tutmayın bize! Savunmadığınız, parçalanmasına karşı çıkmadığınız dünyanızın çökmesine izin verdiğiniz sürece hiç nazlanmayın, yönetimi bize bırakın.”
Siedler'ın yolu aştığı nehirler ve ulaştığı şehirler
Savaş zamanı bir yol hikayesi gibi başlayan Transit; bekleme oyununun, planları bozuveren mücbir sebeplerin, fırsat postuna gizlenmiş hayal kırıklıklarının, tutuklulukların, ayakları yere basmayan hülyaların, beklerken fazla düşünme kaynaklı savrulmaların ve umutları canlı tutan istisnaların kitabı. Hikayeyi ağzından dinlediğimiz Siedel toplama kampından Ren’i yüzerek aşıp Fransa'ya ulaşan 27 yaşında bir Alman. Alman ordusunun Frankreichfeldzug’u “Fransız Kampanyası” başlayınca kaçmaya devam etmek durumunda kalıyor; önce Rouen yakınlarında bir çalışma kampında Luftwaffe uçaklarının gölgesinde fransız üniformasıyla İngiliz gemilerinden mühimmat taşıyor. Almanlar ilerledikçe onu ve onun gibi binlercesini önlerine katıp, yollara döküyor. Rouen’den Paris’e ulaşan Siedel, tüm şehrin gama haç altında ezilmesiyle Fransız kırsalında güneye doğru ilerleyerek kıta Avrupasının kapısı aralık kalan son limanına ulaşıyor- Marsilya’ya…
“Bütün deniz kıyısı kentlerinin limanlarında konuşulur böyle şeyler. Binlerce yıldır liman dedikoduları anlatılır Akdeniz’in limanlarında. Fenikelilerden Giritlilere, Yunanlardan Romalılara bu hep böyle sürüp gitmiştir. Dedikodu yapanlar yola çıkacak gemilerde yer bulamamaktan, paralarını yitirmekten ürken yolcular, gerçek kötülüklerden, hayallerinde yaşattıkları korkunç şeylerden dehşete kapılan insanlardı. Çocuklarını yitirmiş analar, analarını yitirmiş çocuklar, kovalanmış ordulardan geriye kalanlar, kaçmış köleler, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış ve kendilerine yerleşecekleri yeni topraklar arayan insanlar. Çoğu ölümden kaçmış, ölümün kucağına gitmişti.”
Seghers’in kendi savaştan kaçış tecrübesini anlatmak ve dönemin gerçeklerini etrafına sarmak için elbet bir hikayeye ihtiyacı var. Bu hikayede başkarakterin kamptaki arkadaşlarından Paul, Siedel’ı Paris’te yazar olan arkadaşı Weidel’a bir mektup götürmesine ikna ediyor. Siedel yazarı odasında intihar etmiş olarak buluyor ve son işlerini, notlarını ve Fransayı terk etmesini sağlayacak belgelerini içeren çantasını alarak Weidel’ın karısı Marie’nin de yazarı beklediği Marsilya’ya ulaşıyor. Siedel, Marsilya’da, Avrupa’dan kurtuluşunun tek yolunun Weidel’ın yerine geçmek olduğunu fark ediyor. Marie, Marie’ye yavaş yavaş vurulan Siedel, Marie’nin yeni hayat arkadaşı Doktor ve Weidel’ın gölgesi Seghers’e dönemi ve içinde insan doğasına dair yeni şeyler bulacağımız enkazı duru bir tonda anlatabileceği hikayenin çatısını kuruyorlar.
“[Weidel’ın yazdıkları üzerine:] Yazanları satırı satırına okudum ve okudukça da şairin yazdıklarının benim anadilimde olduğunu fark ettim, onları anasından süt emen bir bebek gibi içime çektim. Yazanlar, haykıran Nazilerin gırtlaklarından çıkan ölüm buyrukları ve iğrenç bağlılık antları değildi. Ağırbaşlı ve sessizdi.”
Nazi işgalindeki Fransa ve güneyde Nazi güdümündeki Faşist Vichy Fransası
Vichy propoganda afişi "Bizi Rahat Bırakın!" "Masonlar - Yahudiler - de Gaulle - Yalanlar"
Transit gücünü Anna Seghers’in duru ve direk üslubunun yanı sıra, romanın omurgasının Seghers'in kendi yaşam öyküsünden ödünç aldığı tecrübelere dayanmasından alıyor. 1900 doğumlu bir Alman Yahudi olan Anna Seghers 1940 yılında Almanya Fransa’yı işgal edince ailesiyle birlikte Marsilya üzerinden Meksika’ya kaçıyor. 1941’de yazmaya başladığı Transit 1944’te ilk önce İngilizce olarak yayınlanıyor ve ilk Almanca baskısını ancak 1948 yılında yapıyor.
Anna Seghers (1900-1983)
“Marsilya’dan doğru Meksika’ya giden gemiler vardı. Bazıları bu gemilerin adlarını da biliyordu: “Republica”, “Esperanza”, “Passionaria”...”
Transit’i okurken pek çok defa aklıma Franz Kafka düştü: Dava’da, Şato’da ve daha pek çok hikayesinde okuru içine soktuğu cenderenin 1940 Marsilyasında hayat bulmuş hali romanın hamuruna katılmış. Kafkaesk bürokrasi girdabı mültecilerin – mülteci olmaya çalışanların - etrafını sıkı sıkıya kuşatıyor: edinilmesi gereken pasaportlar, geçici oturma izinleri, iltica edilmeye çalışılan ülke için vizeler, transit geçilecek ülkeler için vizeler, doktor raporları, Fransa’dan çıkış vizeleri, gemi biletleri, mal varlıklarına dair kanıtlar, doğum yeri kayıtları, değişip duran mevzuatlar, protokoller, her türden rüşvetler, inandırılması gereken bir seri ruhu nasır tutmuş memurla, eksik belgeler peşinde koşarken süresi dolan belgeler ve tüm belgeler geçerli ve tamam olduğunda beklenen ve seyrek gelen özgür ülkelere uzanacak gemiler… Kitaptaki Kafka etkisinin yanında, Camus'un nefesini de hissediliyor: Albert Camus’nün soğuk varoluşçu karakterlerinin tınısı zaman Seghers’inkilerden de yayılıyor.
“‘Şu masada oturan kadına bak,’ diye konuştum. ‘Önü istiridye kabuğu dolu! Ona hemen her gün rastlıyorum. Vize isteğini geri çevirmişler. Şimdi cebindeki yol parasını yemeklere harcıyor!’
Kadına baktık ve güldük.”
Heinrich Böll (1917-1985)
Ulus devletler sahneyi imparatorluklardan aldıktan bu tarafa, savaşın şanı artık savaş başlayana kadar sürdürülebilir oldu. Kahramanlık aromalı şan sosu, eskiden savaşların (toplu ölümlerin) üzerine dökülüyor ve bu sosun yarattığı sarhoşluk görece uzaktaki vahşeti ve ölümleri yutturabiliyordu. Ancak toplumların tüm üretim süreçleri ve tüm toplumsal sınıflarıyla taşın altına ellerini koymak durumunda bırakıldıkları modern savaş üzerine bu sos yapışmadı. Topyekûn savaşlar modernizmin ölüşüyle birlikte kaybolurken, post-modern dünyada devletler arası kavgaların niteliğini de değişti. Savaşlar parçalandı, yerelleşti veya vesayet savaşlarına döndü. Vahşet kesilmedi, ama vahşetin modernizmin ağırlık merkezi batı toplumlarıyla aralarındaki mesafe tekrardan açıldı. Yerel kavgaların olduğu ya da vesayet savaşlarının yapıldığı coğrafyalardan kopan yeni mülteciler, bugün topyekûn savaşlar dönemi gibi yine en belirleyici sorunlardan biri. Hem işini görüp hem steril kalmaya çalışan batı toplumları, vahşetten kaçan kitleleri kapısında buldu. Savaş sonrası Alman edebiyatını şekillendiren en önemli yazarlardan, Nobel ödüllü Heinrich Böll’ün Der Spiegel’de 1964’te yayımlanan “Sahte Kardeşlerin Tehlikeleri” adlı yazısında Transit’e bakarken (ve onu överken) tüm göçmeleri mülteci olarak konumlayarak 1940 Marsilyasını 2010’lara uzatmış. Sahte Kardeşlerin Tehlikeleri yazısı Türkçe baskıda da kitabın sunuşu olarak okuru karşılıyor.
“Halen bir seçimde, göçmen sözcüğünü rakibinize zarar verecek biçimde kullanmanız mümkündür.”
"[kitap yakılması] Köln okul bahçesinde tanık olduğum, hastalıklı bir durumdu – utanan öğretmenler, utanan öğrenciler ve gerçek bir yangın çıkartmayı pek beceremeyen birkaç fanatik (aslında bir kitabı yakmak güçtür). Bir bayrak çekilmiş, bir şarkı söylenmişti; sonra grup utanç içinde dağıldı ve ayrı yollara gitti. O yıldan, 1933’ten bu yana utanç, Almanların bir toplum olarak yaşayış biçimini ayırt eden bir özellik gibi görünüyor ve Anna Segher’in kitaplarının Batı’da yeniden ortaya çıkabilmesi, bu büyük Alman utancının bir parçası." Heinrich Böll
"En küstah imparatorluklar bile günün birinde yıkılmış, yerlerine yiğit, genç devletler kurulmuştur. "
Topyekun savaş görmemiş Türkiye’de savaşın hala toplumda zaman zaman şan üretecek karşılık bulması ABD ile benzeşebilir. Topyekun savaş Japonların sapşal balon bombaları hariç ABD topraklarını yakmadı.
Japon Balon Bombası - Amerikalıların Japonyayı bombalaması ertesi, Japonlar tarafından alelacele iptidai bir teknoloji ile geliştirilip tüm Büyük Okyanusu aşması planlanan kör bombalar.
“Ölüm tehlikesi atlatmış, soluk soluğa kaçmış, son anda yaşamını kurtarmış insanların anlattıklarından usandınız mı? Ben onları dinlemekten bıktım. Bir tesviyecinin yaşamı boyunca hangi aletlerle kaç metre tel sarmış olduğu beni şimdi daha çok ilgilendiriyor.”
Kimlere uygun:
- Kafka’nın kurduğu dünyanın gerçek yaşamda canlandığı bir versiyonunu merak edenlere
- Mülteciler sorununu daha iyi anlamak için mesai harcamaya hazır olanlara
- Büyük resmin oldukça kişisel deneyimler üzerinden anlatılmasından gocunmayacaklara
- Sahnesi kendinden afili kurguların içinde duru anlatımlardan keyif alanlara
- İnsan doğası üzerine ahkamları edebiyat kapsülünde daha kolay yutanlara
Kimlere uygun değil:
- Bir türlü basmayan bir marş düşününce terleyenlere
- Otobüs duraklarından nefret edenlere
- Tempo hiç düşmesin, koş Forest koş’culara
- “Benim Ayşe teyzem mendil satarken, bu vatanlarını tek eden korkaklar cafelerde oturup türk kızlarını…” diye başlayan cümleler kurmuşlara.. Ya da vazgeçtim esas onlar okusunlar Transit’i
Kitaba ulaşmak için görsele ya dda buraya tıklayınız.
Görsel Kaynakları: Vintag, Battlefields, NatGeo, RCINET, stefansweig.eu