Denizde ve Denizle Edebiyat
Deniz’in medeniyet üzerinde etkisi tarih boyu çok belirleyici olmuş. Bildiğimiz ilk toplumlar arası ilişkiler ve ticaret ağına dayanan Bronz Çağ medeniyetlerini kuran da deniz olmuş, yıkım da Mısırlıların “Deniz İnsanları” dediği toplulukların istilasının da etkisiyle yine denizden gelmiş. Bronz çağı yıkımının ertesinde koca koca şehirlerini, karmaşık toplumsal yapılarını terk edip mağaralarda, dağlara sığınan insanlar, kimi bölgelerde ancak 150-200 yıl sonra yazıyı yeniden keşfederek bir yeniden inşaya başlayabilmişler. Yaralar sarılıp insanlar saklandıkları dağlardan, kovuklarından çıkıp yeni toplumlar ve kültürler oluştururken deniz, bir kez daha medeniyet tarihine dokunduğunda bu defa etkisi kalıcı olacak, ta bugünlere uzanacak... Felsefeyi filizlendirecek zeminin; binlerce yıllık tarihiyle Antik Mısır’dan, medeniyetin beşiği Bereketli Hilal’den ya da mistik upanişadların memleketi İndüs Vadisi’nen ya da teknolojik ve organize Çin’den birinden çıkmayıp, görece daha önemsiz bir coğrafyada görece daha az beslenecek kökü olan Antik Yunan’da bulmasının nedenlerinden biri de, kuşkusuz, Antik Yunanlıların yüzlerini denize dönmüş bir toplum olmaları. Kara medeniyetleri daha içe dönük ve korumacılarken, deniz medeniyetleri kollarını uzatıp farklı coğrafyalara dokunup uzak diyarlardan sadece mal taşımazlar. Farklı fikirlere, akıl yürütme biçimlerine, yaşayışlara ve zihinsel konfigürasyonlara sahip toplumlara maruz kalırlar. Toplumsal yapılanma ve oturmuş sıkı sistemlerden uzak şehir devleti şeklinde yayılmalarının da etkisiyle sonunda felsefenin temelleri Antik Yunan’da, tam olarak bugünün Güney Ege sahillerinde olanak, zihinsel zemin ve cansuyu buldu.
Atina filozofları Platon ve Aristoteles yüzyıllar boyunca fikri dünyayı işgal ederken Platon’un şemsiyesini kapatan filozofun da sırtına Rusya ve Doğu’yu almış dönemin Prusya’sının en canlı liman şehirlerinden Köningsbergli Immanuel Kant olması da tesadüf değildir. Kant hayatı boyunca Köningsberg’den çıkmamıştır, ama dünya o dönemde Köningsberg’e gelmektedir. Tolstoy’a göre, Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir...
Deniz anlatı ögesi olarak da çok güçlüdür. Yeniden doğacak, bir dönüşüm geçirecek karakterler denizden çıkar. Umut da oradadır, bağlamına göre tahmin edilemezlik ve tekinsizlik de… Deniz kıyısındaki insan yer ile göğün arasında bir çizgidedir; denizde olmak sınırda olmak demektir. Sınırlar, doğaları gereği iki tarafta da dokunur, iki taraftan da etkilenir, beslenir. Farklılıklardan ve aynılıklardan; hem birleştirdiklerinden hem ayırdıklarından enerji bulur. Yazar, denizden huzura da çıkartabilir ama denizi olan şehirlerin yönü vardır ve bu şehirler asimetriktir. Bu asimetri şehre hareket ve değişim enerjisi katar. Bu haliyle emeklilik hayallerini de denizden beslenebilir, fırtınaları beyaz balinaları, korsanları ile mücadeleyi de işaret edebilir. 1941 Marsilyası’ndaki gibi aynı anda hem özgürlüğün kapısı hem cehennemden çıkışı tutan zebanisi de olabilir. Deniz hem doğumla hem ölümle hem de yaşamla ilişkilidir.
Bu ay Kararsız Okur’da deniz üstünde geçen ya da denizin, metaforik ya da değil, anlatı ögesi olarak kitabın merkezinde yer aldığı romanlar ve novellalar arasından bir seçki oluşturduk.
sabitfikir Haziran 2020