Kadın-Erkek Direnciyle Tükenen Pil ya da Dile Konmaya Çalışan Kar Tanesi
“Alkatraz hapishanesindeki bir mahkumla ilgili bir hikaye var. Adam hücre hapsiyle geçen gecelerinde yere bir düğme düşürür, karanlıkta onu bulmaya çalışırmış. Her gece bu uğraşla şafağa kadar vakit geçirirmiş. Benim düğmem yok. Diğer tüm açılardan gecelerim aynı.”
Jenny Offill’in Eş’i New Yorker, Vogue, NY Times, Boston Globe’un en iyi roman seçkilerine girse de okuduğunuzun bir roman olduğuna alışmak zaman alacak. Kitap daha çok genleştirilmiş bir tweet’ler flood’u (akımı) gibi akıyor ve bu akıntı içinde hikayeyi ilerleten dinamoyu ve alınan mesafeyi hemen fark etmek pek mümkün olmuyor. Kitapla biraz mesafe kat edip, Eş’te kalorisi azaltılmış ve evcilleştirilmiş David Markson tadını yakalayıp, kitabın Offill’in ikinci romanı olduğunu kabullendiğinizde elinizde yapısıyla, kurgusuyla ve havasıyla benzerlerinden farklı, cepleri ilginçliklerle ve geleneksel olmayan araçlarla dolu bir “evlilikte pil nasıl biter” romanı beliriyor.
“İyiliği ile ünlüdür kocam. (...) insanlar iyi niyetlidir. Buna inanır. O zaman benimle nasıl evlenebildi? Ben sıkça ve kolaylıkla nefret ederim. Bacaklarını iki yana açarak oturanlardan nefret ederim mesela. Yüzde 110 verdiğini iddia edenlerden. Arsızca zengin oldukları halde “yuvarlanıp gidiyoruz” diyenlerden.”
Offill kadın gözünden ilişki-evlilik nasıl yükselir yükselir de, kendi ipiyle boğuluru önüne katıp yola çıkmış. Pil boşalırken yolda ket vurulan tutkuları, savsaklanan ve bir kenara atılan hayalleri, bir yeni doğanın ilişkilere getirdikleri ve götürdüklerini ve suyun çekilmesiyle dipten topuk gibi çıkan ve ilişkiyi müzmin sakatlayan sadakatsizliği, çok bugüne ait bir yorumla işlemiş. “Rüzgar estikçe kar tanesi yükselebilir ama kar tanesinin kaderinde düşmek ve erimek vardır” ile “bir hikaye mutlu bitiyorsa daha bitmemiştir” cümlelerini romanın ruhuna üflemiş.
“En yakın arkadaşım uzaklardan ziyaretime geldi. Brooklyn’e gidebilmek için iki uçak, bir trene bindi. Evimin yakınlarındaki barda buluştuk ve bebek bakıcısının sayacı tıkır tıkır işlerken aceleyle içkilerimizi içtik. Eskiden kitaplardan ve insanlardan konuşurduk, şimdi ise sadece bebeklerimizden konuşuyorduk. Onun tatlı suratlı ve uysal, benim dünyayla savaş halindeki bebeğimden.”
“Geri dönüp bakıldığında adamın neden gitmek istediğini anlamak zor değil. İki kadın var, ikisi de ona delice öfkeli. Birini mutlu etmek için metroyla şehrin bir ucuna gidip kapısına varmalı. Diğerini mutlu etmek için belirsiz uzunlukta bir süre boyunca kadının vereceği ateşten gömleği giymeli.”
Benzer konuları işleyen kitapların insanların üzerine çullanmasına ve ruhunu daraltmasına alışığız. Ama Offill, ciddiyetini bozmadan ve hiçbir şeyi şekerlemeyle kaplamadan, okurun boğazına takılmayacak, yormayacak, tatlı bir eğimde yokuş aşağı bisiklete biner gibi akacak bir roman yazmış. Dikenlerin uçlarını kırmış, mikrobunu iyice sersemletip kitabını bir cins aşıya çevirmiş. Yarattığı karakterin ciddiyeti ve konunun doğası gereği zaman zaman göğüs üzerinde yükselen ağırlıkla oluşan sıkıntıyı dağıtması gerekmiş. İlgincin sıkıntı savmadaki başarısından faydalanmak için Offill, cebinde sakladığı enteresan hikayeler/anekdotlar/alıntılar kümesini, ana karakterinin zekasının ve mizahın yanında kullanmış.
“
İki Fıkra:
1. Adamın biri nehir kıyısında dikilmiş dururken aniden nehir taşıyor. Karısı ile metresi suya kapılıyorlar. Adam kimi kurtarmalı?
Karısını (Çünkü metresi daima anlayış gösterecektir.)
2. Adamın biri nehir kıyısında dikilmiş dururken aniden nehir taşıyor. Karısı ile metresi suya kapılıyorlar. Adam kimi kurtarmalı?
Metresini (Çünkü karısı asla anlayış göstermeyecektir.)”
“İnsanlar bana yoga yapmamı söyleyip duruyorlar. Bir defasında bizim sokaktaki yerde denedim. Hoşuma giden tek kısmı hocanın üstümüze battaniye örttüğü ve on dakika boyunca ölüymüşüz gibi davrandığımız kısım oldu.”
Kitapta hikaye anlatıcı-ana karakter Brooklynli, evli, ikinci kitabını yazmakta zorlanan, hayatı boyunca sadece sanatla uğraşan bir “sanat canavarı” olma hülyası kurmuş otuzlarında bir yazar kadın. Okurla karşı karşıya bir dost gibi konuşurken, kendisinden bir anda üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmeye ve“eş” demeye başlıyor - kocası da buna paralel olarak, “kocam” yerine “koca” oluyor. Türkçe çeviriye adını da bu kayma vermiş. Okurun perspektifindeki bu değişim, bir noktadan sonra işler iyice sarpa sarmaya başlayınca ana karakterin hayatındaki/ilişkisindeki ve kitabın tonundaki soğumayı güçlendirmek için kullanılmış.
“Kadınlardan neredeyse hiç sanat canavarı çıkmaz çünkü sanat canavarları yalnızca sanatla ilgilenirler, gündelik şeylerle asla. Nabokov şemsiyesini bile kendisi kapatmazdı. Pullarının onu yerine Vega yalardı.”
“[Kaşif] Frederick Cook buzullar arasında tutsak kalan Belgica gemisinde: ‘Kara gecenin monotonluğundan ve yiyeceklerimizin nahoş aynılığından sıkıldığımız kadar sıkıldık birbirimizin dostluğundan. Fiziksel, zihinsel ve belki moral açıdan çöküntü içindeyiz. Ve geçmiş tecrübelerime dayanarak ... biliyorum ki bu çöküntü daha da artacak.’
‘Atlatacağız bunu,’ diyorum kocama. ‘Her zaman olduğu gibi’”
Buzula sıkışmış Belgica - 1898
(Ana kahraman) Eş’in zihin akışları, kendine tweet’leri/hatırlatmaları, okura tweet’leri/göstermeleri ve o gün yaşadıkları, o gün yaşadıklarından doğan çağrışımlar ve çağrışımların tetiklediği kararlar kitabı yürüten motorun ufak pistonlarıyken, Eş’in Koca’yla arasında biriken metal yorgunluğunu gösteren bölümler okura hikayede konumunu hatırlatacak yol tabelaları görevini üstleniyor. Eş’in sosyal çevresinden taşıdığı tecrübeler ve Carl Sagan, Wittgenstein, Kafka, Rielke gibi edebiyat, felsefe ve bilim dünyasının yıldızlarından yaptığı alıntılar ve onların hayatlarından ödünç aldığı anılar hikayenin üzerinden akması için yolu asfaltlamış.
“İşte hayranlık duyulası biri olmasını sağlayan şeylerden biri daha. Bir şeyin bozulduğunu fark ederse tamire çalışır. [kocam] Her şeyin bozulup durmasının, gebersen bile entropiden kaçış olmadığının ne denli katlanılmaz olduğunu düşünmez.”
Entropi - Youtube Kanalı Vsauce ve Veritasium ortak yapımı (İngilizce)
Romanın herhangi bir konu üstünde uzun uzun kalmayı imkansız kılan iskeleti yüzünden, Offill'in tek hamlede derinlere inmesi, ya da düz bir patika tutturup o yolda devamlı kuzeye gitmesi mümkün değil. Okurdan beklenen, zıplaya atlaya ilerlerken gördüklerini ve duyduklarını envantere işleyip batan gemiden yüzeye çıkanları toplamak ve eldekilerden anlamlı, tutarlı bir hikaye türetmek.
“Sınıfıma yaratılış mitlerini okutmaya karar veriyorum. Amaç başlangıca kadar gitmek. Bazılarında Tanrı “baba” olarak betimleniyor, bazılarında “ana”. Baba olarak betimlendiğinde başka yerde olduğu söyleniyor. Anne olarak betimlendiğinde her yerde.”
Eş'i okurken Markson'ın kokusunu almak mümkün. Tabii Offill tüm yenilikçiliğine rağmen ana akıma daha yakın duruyor ve tarzları yan yana getirince benzetebilmek için Markson'ı çok çok seyreltmek gerekiyor.
Davd Markson - Wittgenstein'ın Metresi İlgili yazıma ulaşmak için lütfen tıklayınız: “Entelektüelin Kırmızı Halısında Postmodern Karalamalar”
Offill’in kurgusunun, görkemli paragraf silsileleriyle oluşan tumturaklı bölümler, temeli derin görkemli doğrusal bloklar yerine yapı taşı olarak daha ufak parçalar kullanan avangart bir yapısı var. Kısa alıntılar, küçük anekdotlar, sohbetlerde kullanılan hikayecikler, sloganlar, kavga sırasında söylenen son sözler bir araya gelerek esnek bir yapı ortaya çıkartmışlar. Bir plan dahlinde yükselen; temeli, omurgası, kirişi-kolonu belli bir geleneksel yekpare yapı yok; yığma binalara benzer daha yeni (ve belki deneysel) bir iskelet var.
“Ne demiş Yoga insanları: Bunların hiçbiri banal değil, yeter ki tüm ilginizi yoğunlaştırın. ”
“Benim hakkımda şimdiye dek kimsenin sarf etmediği üç söz:
-Sen yapınca ne kadar da kolaymış gibi gözüküyor.
-Çok gizemlisin.
-Kendini daha ciddiye alman lazım.”
Geleneksel romanlara göre daha küçük yapı taşları kullanmak, Offill’e hikayeyi koşturmadan bir dinamizm yakalanma fırsatı vermiş. Hikayenin, transatlantiklere benzer, yavaş ama momentumu yüksek – rotasından sapması zor- bir yolculuğu var. Çizelen rotada, ağır ağır daha derine batan Eş ile Koca'nın ilişkisi var haliyle.
Ana hikaye aheste aheste can yakmaya namzet buzullar arasında ilerlerken, içeride her kompartımanda ayrı havada ayrı tonda muhabbetler dönebiliyor. ana hikaye tüm yapıyı sürüklerken, yine de, balo salonunda, kumarhanesinde, yüzme havuzunda, kaptan köşkünde, 3. sınıfında birbirinden farklı tecrübeler bir tutarsızlık yaratmadan oluşabiliyor. Ana hikayedeki çökmekte olan evlilik ve ihanetin taşıdığı öfke, aşk ve intikam hisleri ile birlikte bu hareketlilik kitabın konusundan beklenenden akıcı ve yüksek tempoda olmasını açıklayabilir.
“Eş nasıl oldu da gün boyu yoga eşofmanı giyen tiplerden biri oldu? Eskiden dalga geçerdi bu tiplerle. Onların mutluluk haritalarıyla, şükran günleriyle, geri dönüştürülmüş lastikten yapılma çantalarıyla. Oysa şimdi yaşlanmanın gerçeği belki de dalga geçilecek şeylerin birer birer azalmasıdır, diye düşünüyor; ta ki asla olmam dediğiniz bir şey kalmayana dek.”
“İnternette yapılan son aramalar:
-Neden yaşlanırız?
-Yaşanacak en güzel yer neresi?
-Hangi kurallar doğru?
-Uzaylılar var mı?”
Jenny Offill bu doğrusal olmayan, çok parçalı yapısında boşluklar için okurun hayal gücünü talep etmekten çekinmiyor – okurun bu katılımı ve yatırımıyla okurla kitap arasındaki bağ da güçleniyor.
“Stoacılardan bir düşünce deneyi. Sahip olduğunuz şeylerden bıktıysanız hepsini kaybettiğinizi hayal edin.”
"Antilopların gözleri 10x büyütme yeteneğine sahiptir demiştin. Her şeyin bağışlandığı zamanlardı ya da aşağı yukarı o aralar. Bu antilopların bulutsuz bir gecede Satürn’ün halkalarını görebildikleri anlamına geliyordu."
Romanda, koca koca fontlar, kenarlarda geniş geniş boşluklar, paragraflar arası parmak parmak mesafelerle kaytarmaya müsait bir sayfa düzeni tercih edilmiş. 180 sayfa ve ele gelen kitap kalınlığı okuru yanıltmasın; kitap okurdan başına en fazla iki kere oturmak tamamını eritmeye yetecek.
“Az sözle çok şey söylemeyi öğrenmek için çok zaman harcadım.”
“Ne demiş Wittgenstein: Her ne kelam edersen, bir bedenin içindeyken edersin; bu bedenin dışında hiçbir şey söyleyemezsin.”
“Ne demiş Kafka: Gözlerimi kapamak için yazıyorum.”
Kimlere Uygun:
- Yeni iskeletlere emek vermek isteyenlere
- İlginç, zeki ve/veya eğlenceli anekdotlarla eğlenenlere
- Flood seven twitter kullanıcılarına
- Küçük parçalarla uğraşmayı sevenlere ( lego, yap boz vs vs)
- Evliliklerinin 4 ila 9. Yıllarını yaşayan kadınlara
- Zihin akışı gördü mü mısır patlatanlara
- Yeni boşanmışlara
- Yeni aldatmışlara
- Yeni affetmişlere
- Tek çocuklu yeni annelere
Kimlere Uygun Değil:
- Standart, alışıldık bildik kurgu arayanlara
- İnce hastalıkla öleceğine inanan romantiklere
- Varılacak yere yoldan fazla önem verenlere
- İpin ucu yetmeyenlere –“ Parasını verdim yazar anlatsın” diyenlere
- Bekar, hiç evlenmemiş, ilişki sevmez erkeklere
- Ümitsiz optimistlere
Kitaba ulaşmak için görsele ya da buraya tıklayınız
Bonus: Başlığı okuduğundan beri kulağında çalanlar için...
Görsel kaynakları: les Brumes, the Guardian, House of Geekiness, Bll Plymton, jennyoffill.com